Rekabet Hukukunun Sözlü Tarihi (Aslında Ne Oldu) Toplantısı

      3 Haziran Cuma Günü Rekabet Kurulu Üyesi Mehmet Akif Ersin’in Emekliliği dolayısıyla Banka ve Ticaret Hukuku Enstitüsü’nde “17. Yılında, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun Sözlü Tarihi” temalı bir konferans yapıldı. Konuşmacılar 1970’li yıllardan beri rekabet kanununun çıkarılması ve uygulanması aşamasında yaşananları samimi bir üslupla ve doyurucu biçimde açıkladılar. Bir kısmını birinci elden, bir kısmını dolaylı olarak bildiğim ve önemli bir kısmını da ilk defa duyduğum bu bilgilerden şahsen ben çok faydalandım. Kaçıranlar adına da üzüldüm. Resmi gazetede yayımlanan mevzuat, atamalar ve kararlar, her dediği doğru olan ama her doğruyu söylemeyen faaliyet raporları ve esasa pek girmeyen yargı kararları üzerinden rekabet hukuku ve kurumu hakkında derinlemesine bir değerlendirme yapmak yanıltıcı oluyor. Konferans konuşmacılarının rekabet hukuku uygulamaları konusunda yaptıkları açıklamalar; rekabet mevzuatının önünde arkasında, yanında yakınında “aslında ne oldu”yu daha iyi anlamama yardımcı oldu. Bu nedenle konferansı organize edenlere çok teşekkür ediyorum.


     Rekabet Kanunu Nasıl Çıkartıldı?
     Kurul eski üyesi Mehmet Akif Ersin 1990’ların başında 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’unun (RKHK) taslağını hazırlayan komisyonun başkanı, taslağın mecliste yasalaşma sürecinde bakanlık temsilcisi olarak milletvekillerinin sorularının muhatabı, Rekabet Kurumu’nun kuruluş aşamasından itibaren bürokratı ve kurul üyesi olarak kanunun uygulayıcısı. Bu nedenle söyledikleri benim için çok önemli.
     Ersin rekabetin korunması hakkında kanunun hazırlıklarının Türkiye’de 1970’lere kadar gittiğini ama bağımsız bir kanun ve kurum fikrinin 1992 yılında hazırlıkları başlayan mevcut mevzuat ile yerleşik hale geldiğini belirtti. Komisyon’un oluşturduğu taslak rekabet kanunu ilgili kurumların görüşleri alındıktan sonra TBMM’ye sevkedildi. Taslak kanun TBMM’nin ilgili organlarında ağır aksak da olsa görüşülürken, Türkiye’nin gündemine AB ile gümrük birliği anlaşması girdi. Gümrük Birliği Anlaşmasının (GBA) Türkiye’nin AB müktesebatına uyumlu bir rekabet mevzuatını üstlenmesini öngören düzenlemeleri TBMM gündemindeki kanun tasarısının çıkartılmasını hızlandırdı.
     Ersin’in bu tespiti benim için çok faydalı oldu. Rekabet mevzuatının oluşturulması açısından Türkiye’de yanlış ama yaygın bir algılama bulunmaktadır. Bu yanlış algılamaya göre “GBA zorlamasaydı Türkiye rekabet mevzuatını çıkartamazdı”. Yıllardır, bu yanlış görüşün o dönem için Türkiye’nin kamu bürokrasisinde ve akademik dünyasında rekabet konusunda var olan birikimine haksızlık olduğunu düşünenlerden ve ifade edenlerdenim.
     Doğrudur, GBA rekabet kanununun çıkartılması aşamasında bir kaldıraç işlevi görmüştür ve kanunun çıkmasını hızlandırmıştır. Ama “GBA zorlaması olmasaydı, rekabet kanunu asla çıkmazdı tezini” haklı çıkaracak bir işlev görmemiştir. GBA kamu alımları, mülkiyet haklarının korunması, devlet yardımları ve özel ve münhasır haklar konusunda da Türkiye’nin AB müktesebatını üstlenmesini öngörmektedir. Türkiye o dönemde mülkiyet haklarının, rekabetin ve tüketicinin korunması mevzuatını çıkarmıştır. İlk iki düzenleme GBA tarafından istenmiş, sonuncusu Türkiye’nin kendi iradesiyle yasalaşmıştır. Buna karşın kamu alımları mevzuatı 2001 finansal krizinden sonra IMF müdahalesiyle, devlet yardımları mevzuatı ise 2010 yılında AB ile sürdürülen tam üyelik müzakereleri çerçevesinde çıkartılmıştır. Özel ve münhasır hakların tesisi konusunda henüz bir mevzuat hazırlığı ise yoktur.
     GBA’nın istediği rekabet ve mülkiyet hakları mevzuatı o dönemde çıkartıldı da, diğerleri neden yıllar sonraya kaldı? GB sürecinde TBMM’den hızla geçen mevzuat daha önemliydi de, yıllar sonrasına bırakılanlar daha mı önemsizdi? Hayır. Çünkü, rekabet, tüketici ve mülkiyet hakları konusundaki AB düzenlemeleri hakkında Türk bürokrasisinde ve akademi dünyasında entelektüel bir karşılık bulunmaktaydı. Bu entelektüel birikim GBA Türkiye’nin gündemine girmezden önce bu konularda gerekli taslakları çoktan hazırlamış ve yasalaşması için çalışmaları başlatmıştı. Oysa diğer konularda Türkiye bu tür bir entelektüel birikime sahip değildi. Bu nedenle de kamu alımları ve devlet yardımları mevzuatı –birazda AB ve IMF’nin zorlamasıyla- Türkiye’de gerekli entelektüel birikim oluşuncaya kadar bekledi. Özel ve münhasır hakların tesisi konusunda Türkiye’de henüz bir entelektüel bir altyapı ve birikim olmadığı için, bu alandaki AB müktesebatının üstlenilmesi gerekliliği gündeme bile gelmemektedir. Konu önemlidir, özel ve münhasır haklar konusundaki AB mevzuatı Türk mevzuatına yakınlaştırılmaz ise rekabet faslının açılması zordur.
     Rekabet Mevzuatı (Sosyal Demokrat) Bir İktisat Politikası Aracıdır
     Konferans konuşmacılarından Prof. Dr. Erol Katırcıoğlu rekabet mevzuatının, piyasa aksaklıkları konusunda iktisatçıların çözüm üretememesi nedeniyle hukukçulardan aldığı bir yardım aracı olduğunu ve dolayısıyla iktisat politikası aracı olduğunu belirtti. Mülkiyet haklarının ve rekabetin korunmasına ilişkin kanunların dönemin koalisyon hükümetinin sosyal demokrat partisi tarafından yönetilen Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından gündeme getirildiğini ve taslak kanun hazırlıklarının ve TBMM sürecinin bu bakanlık sorumluluğunda yürütüldüğünü açıkladı. Son olarak bu tespitini “sosyal demokratlar ekonomi politikası üretemez” diyenlere ithaf etti.
     Katırcıoğlu hocanın bu tespiti ve ithafı, Türkiye’deki gelişmelerden ve tartışmalardan bağımsız olarak, evrensel açıdan da son derece doğrudur. Ondokuzuncu yüzyılın vahşi kapitalizmi Doğu Avrupa’da sosyalist devrimlerle sonlandırıldı. ABD’de ise demiryolu tekellerine, çocuk işçi çalıştıranlara, başkalarının buluşlarını apartanlara karşı tepki hukuk yoluyla verildi. Rekabet, mülkiyet hakları ve işgücü piyasalarına yönelik düzenlemeler bu tepkiler çerçevesinde gerçekleştirildi. Amerikan sağı yatırım, üretim, istihdam ve ihracat adına vahşi kapitalizmin iş görme biçimini savunurken, Amerikan solu vahşi kapitalizmin sadece kapitalistlere yarayan ve küçük girişimciler, tüketiciler ve çalışanlara zarar veren bu iş görme biçiminin hukuki düzenlemelerle ehlileştirilmesini istiyordu. Amerikan solunun bu isteklerinde başarılı olması neticesinde, piyasa aksaklıklarına yönelik kamu düzenlemeleri zaman içerisinde dünya geneline yayıldı. Sosyal demokrasinin baskın olduğu Nordik ülkelerinde rekabet mevzuatı köklü ve saygın bir geçmişe sahiptir. Muhafazakâr ve sağ partilerin daha öne çıktığı Güney Avrupa ülkelerinde ise rekabet AB zorlamasıyla gündeme gelmiştir. 2000’li yıllarda bile Avrupa sağı AB bürokratlarının iyi işleyen ortak pazar için gerekli gördükleri rekabet mevzuatına sıcak bakmamakta, merkantilizmin baba (dirigisite) devletinin özlemini duymaktadır (bu konularda ayrıntılı bir değerledirme için şu makalemi okuyabilirsiniz).
     Konferans konuşmacılarından da öğrendik ki piyasa ekonomisini savunan sağ partilere sıcak yaklaşan TÜSİAD, TİSK ve TOBB gibi iş dünyasının önemli temsilcileri de rekabet mevzuatının yasalaşmasına karşı çıkmışlardır. Rekabet mevzuatının -sosyal demokrat- bir iktisat politikası aracı olduğunu Türk –sol- iktisatçılarının da anlamasında fayda bulunmaktadır.
     Büyük Sermaye Rekabet Mevzuatına Şimdilerde Sıcak Banmaktadır, Çünkü!
    
O dönemde rekabet mevzuatına sahip çıkan büyük sermaye temsilcileri şimdilerde rekabet kanunu, bankacılık, enerji ve telekomünikasyon gibi alanlarda rekabeti geliştirecek kamu düzenlemelerine daha sıcak bakmaktadır. Bu dünya genelinde de aşağı yukarı böyledir. Transnasyonel şirketler piyasaların devlet tarafından daha fazla düzenlenmesini ve denetlenmesini istemektedir. Çünkü sahip oldukları para ve insan kaynakları açısından bu düzenlemelerin gerekliliklerini yerine getirebileceklerini düşünmektedirler. Piyasaya yönelik kamu düzenlemelerinin firma davranışları konularındaki kuralları (lisanslama, kalite, güvenlik, tarifelendirme, evrensel hizmet sunumu vb.) şirketler kesimi tarafından aynı zamanda bir işlem maliyetidir. Küçük şirketler bu işlem maliyetlerini karşılamak ve kamu düzenlemelerinin gerekliliklerini yerine getirmek konusunda zorlanmaktadırlar. Bu da küçükler açısından pazara giriş engeli yaratmakta ve/veya pazardan çıkışlarını kolaylaştırmaktadır.
     Piyasalarda rekabetin etkili işleyebilmesi için, Rekabet Kurulunun ulusal pazardaki ticareti olumsuz etkilemeyen küçük rekabet ihlallerini ihmal etmesi ve büyüklerin rekabet bozucu davranışları üzerinde yoğunlaşması gerekmektedir. Bu çerçevede AB uygulamalarında da yer alan de minimis düzenlemesini bir an önce uygulamaya koymalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder