Bankacılık Sisteminde Rekabet ve İstikrar İkilemi

      Piyasalarda artan rekabetin kaynak dağılımında ve üretimde etkinliği artıracağı ve yeniliği özendireceği genellikle kabul gören bir görüştür. Ancak, söz bankacılık sistemine geldiğinde artan rekabetin sektörde istikrarsızlığı tetikleyeceğinden korkulmaktadır. Bu görüşe Türk bankacıları da katılmaktadır. Karşı görüş ise sistemde gelişen rekabet nedeniyle artan etkinliğin, bankaların ödeme gücünü ve dolayısıyla sistemde istikrarı geliştireceğini savunmaktadır. Ampirik çalışmalarda teorik olarak kuvvetli biçimde savunulan bu iki farklı görüşe ilişkin baskın bir kanıt sağlanamamaktadır. Çalışmanın yapıldığı bölgeye, ülkeye ve zamana göre iki görüşü de destekleyen farklı sayısal sonuçlar elde edilmektedir.
     Akademik alanda 2000'li yılların bu popüler tartışma konusu aynı zamanda benim de doktora tezimin konusunu oluşturdu. Tez çalışmamda 1990-2003 arasında Türk bankacılık sisteminde rekabet ve istikrar(sızlık) arasındaki ilişkinin yönünü ve boyutunu inceledim, ancak net bir bulgu elde edemedim.


     Bu defa The Economist dergisi konuyu tartışmaya açmış. Bu tartışma çerçevesinde, Pennsylvania Üniversitesinden Prof. Frank Allen bankacılıkta artan rekabetin istikrarsızlığı tetikleyeceğini ileri sürmektedir. Tilburg üniversitesinden Prof. Thorsten Beck ise rekabetin istikrarsızlığı tetikleyeceği tezine karşı çıkmaktadır. Derginin aynı internet sitesinde yaptığı bir anketin bugünkü sonuçlarına göre, ankete katılanların % 70'i Prof. Beck gibi düşünmekte ve rekabetin istikrarsızlığı tetikleyeceğini kabul etmemektedir.
     Allen görüşünü savunurken, bankacılıkta yoğunlaşma oranının (rekabetin) yüksek (düşük) olduğu Kanada bankacılık sisteminin daha istikrarlı olduğunu, buna karşın çok sayıda küçük bankanın faaliyet gösterdiği (rekabetin gelişmiş olduğu) ABD bankacılık sektöründe son küresel krizde olduğu gibi önemli krizlerin yaşandığını ileri sürmektedir.
     The Economist dergisinin internet sitesinde  "guest-ijjlmie" nick name'i ile yorum yaptığım yazıda ise ben piyasalarda rekabetin seviyesini hesaplamak için yapısal bir ölçüm tekniği olan yoğunlaşma oranlarının yetersiz kaldığını ve az sayıda firmanın bulunduğu pazarlarda da (örneğin 3 firmalı Türk cep telefonu piyasası) rekabetin şiddetli olabileceğini belirttim. Piyasalarda rekabet seviyesinin belirlenmesinde yoğunlaşma oranlarının büyüklüğü (firma sayısı) yegane gösterge değildir. Asıl olan piyasalarda adil rekabetin (fair playing field) tesisi ve korunmasıdır.
     2001 finansal krizinden önce Türkiye’de bankacılık lisansı almak daha kolaydı ve banka devralma ve özelleştirme işlemlerine daha hoşgörülü davranılıyordu. Bu tür uygulamalar neticesinde bankacılık sisteminde yoğunlaşma (rekabet) düştü (arttı), ancak sistemde etkinlik kazanımı elde edilemedi. Etkinlik kaybı nedeniyle mali yapısı bozulan bankacılık sektörü 2001 finansal krizinin en önemli tetikleyicilerinden birisi olmuştur.
     2001 krizinden sonra ödeme güçlüğü çeken bankaların sistemden çıkarılması ve çok sayıda bankanın konsolide edilmesi neticesinde, Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların sayısı (yoğunlaşma oranı) önemli ölçüde düştü (arttı). Ancak, yapısal olmayan tekniklerle yapılan hesaplamalara göre Türkiye’nin bankacılık sisteminde rekabet arttı (Bankacılık sisteminde yapısal olmayan tekniklerle rekabet seviyesinin ölçümlenmesi için bu kitaba bakabilirsiniz).
     Artan rekabet ve etkinlik neticesinde Türk bankacılığı son küresel krizden az etkilenen bankacılık sistemlerinden birisi oldu. Bunda kuşkusuz BDDK'nın sağlamlık denetim ve gözetimlerini etkili biçimde icra etmesinin ve piyasalarda adil rekabet ortamının geliştirilmesine yönelik uygulamalarının önemli rolü oldu.
     Rekabet Kurumu da bankacılıkta rekabetin korunması konusunda gerekli özeni gösterirse gelecek daha güzel olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder